Akılda kalıcı kalp sağlığı sloganları gömlekleri
Fuat Uğur P atricio Henriquez çektiği belgesellerle tanınmış bir yönetmen. Ruşen Abbas; Amerikalı ama O da Uygur kökenli bir iş kadını. Henriquez adaletsizliğin dünya üzerindeki hâkimiyetine dikkat çeken güçlü bir belgesele imza attı.
Akılda kalıcı kalp sağlığı sloganları gömlekleri hayat bu kez karşılarına Ruşen Abbas adlı Uygur kökenli, Amerikalı bir iş kadınını çıkardı.
İtibarlı bir girişimci olan olan Ruşen Abbas Amerikan ordusundan gelen sürpriz teklif üzerine bu genç adamların çevirmeni olmayı kabul etti. Ruşen Abbas önceleri El Kaide bağlantıları olduğuna inandığı bu üç Uygur mahkûma mesafeli davrandı. Ancak hukuksal süreç işlemeye ve hikâyelerini dinlemeye başladığında büyük bir haksızlığa ve kumpasa maruz kaldıklarını düşünerek insan hakları örgütlerini bu durumdan haberdar etti. Ondan hikâyeyi dinledikçe çok etkilendi ve belgesel fikri böylece ortaya çıktı.
Kurumsal İletişim Direktörlüğü | İzmir Ekonomi Üniversitesi
Çünkü Amerika dâhil hiçbir ülke suçsuz yere hayatları çalınmış bu insanları kabul etmek istemiyordu. Sebep ekonomik ve askeri olarak dünyanın süper güçlerinden biri haline gelen Çin ile ilişkilerini bozmak istememeleriydi.
Sonunda iki ülke; Bermuda ve Arnavutluk onları kabul etti. Çünkü Çin rejiminin Uygurlar üzerindeki baskısına, asimilasyon politikalarına, en ufak bir itiraza kanlı katliamlarla karşılık vermelerine tüm dünya gözlerini ve kulaklarını kapattı. Çünkü bu dünyada acılar bile parsellendi. Hepsinin marka değeri, uluslararası farkındalıkları var.
Bir Batılı kaç Afrikalı, kaç Ortadoğulu ya da uzakdoğulu eder öğreniyoruz hep birlikte. Uygurlar da bu standartlar ve çıkarlar dünyasının kurbanı.
Doğu Türkistan, Çin işgali altındaki Sincan-Uygur bölgesinin işgal öncesindeki adı. Evet kan ağlıyor Doğu Türkistan. Cezaevlerinde 20 binden fazla Uygurun tutuklu olduğu bildiriliyor. İlham Tohti adlı bir profesör bölücülük suçlamasıyla ömür boyu hapse mahkûm oldu. Okullarda Uygurca da yasaklandı artık.
Kurumsal İletişim Direktörlüğü
Evet, kan ağlıyor Doğu Türkistan. Zeki Velidi Togan Aslen Başkurdistanlı olan meşhur Türk tarih profesörü Zeki Velidi Togan, babasının Rusça'yı neden oğluna öğretmek istediğini hatıralarında şöyle dile getiriyor: Ben daha altı-yedi yaşlarında Arapça ve Farsça ile birlikte Rusça öğrenmeye başladım.
Bu üç dili bu kadar erken öğrenmem hayatımda bana çok vakit kazandırdı. Bana büyüdükten sonra, vaktimi bu dilleri öğrenmekle uğraşmak yerine, başka mevzularla uğraşmak imkanını bahşetti. Neden Rusçaya bu kadar erken başladım? Bunun sebebi var. Babam askerlikte Rusça bilmediğinden çok çekmiş ve oğlu olursa, ona her şeyden evvel Rusça öğrettireceğine karar vermişti.
«Следопыт» показывал адрес, не имеющий никакого смысла. Взяв себя в руки, она перечитала сообщение.
Babam bunu şöyle anlatırdı: Müslümanlıkta "ihtilâm" vaki olursa boy abdesti "gusül" alınır; babamın başına da askerlikte bu hal gelmiş. Fakat geceleyin "gusül" yaparken nöbetçi subay tarafından yakalanmış. Askerî doktorun talebi üzerine, bölük kumandanı olan subay babamı hapsetmiş ve saatlerce kum torbası altında bulundurmak suretiyle cezalandırmış. Babam, üzerindeki kum torbasının acısına dayanamayarak ah çekerken, Dağıstanlıların Rus ordusu mensubu olan ve "Şamhal" denilen beyleri kalın üniformaları ile babamın yanından geçerken; - "Bu nedir?
Kumandan da hâdiseyi anlatır. Şamhal da kumandana: - "O halde bu er cezasını benim yanımda çeksin" diye kendi kıt'asına götürür. Rusça bilmeyen babam onunla Arapça konuşunca Şamhal çok memnun kalmış ve ceza müddeti geçip babamı bölüğüne iade ederken Rus kumandanına; - "Bu iyi gençtir, sen bunu çavuş yap" der, böylece babam çavuş olur, ama Rusça bilmediğinden bu çavuşluk ona çok ağır gelir, çok dayak yer.
Katledilen Müslüman sayısı korkunç boyutlara ulaşır. Bu alfabe bir müddet kullanıldıktan sonra Latin harflerine geçilir. Bu sefer Türkiye ile irtibat kuruluyor diye tekrar İslam harflerine dönülür. Düşünsenize bizim alfabemizle bir kere oynandı, şarapnel yemiş adam halinden hâlâ çıkamadık. Kim bilir Uygurların hali nicedir. İlk olarak 16 Ekim tarihinde başlatılan nükleer denemelerin olumsuz etkileri yüzünden, bölge insanı ölümcül hastalıklara yakalanır ve 20 bin özürlü çocuk dünyaya gelir.
Bugün de durum geçmişten farklı değildir. Üç maymunu oynayan yönlendirici güçlerin refleksleri bireylere de yansımış durumda. Eğer patlamalarda ölen, yaralanan varsa, midemiz bulanmasın diye sansürlüyor, görmezden geliyoruz.
Haber bültenlerinde vermiyor, papağan gibi aynı metinleri tekrarlayanların kavgalarıyla günlerimizi tüketiyoruz. Sonrasında rahatlayan vicdanlarımızla uyuyor, uyuyor ve uyuyoruz. Ancak bazılarımız bu kadar rahat, bu denli uykuda değil, uyuyamıyor, rahatlayamıyor ve tüketemiyor!
Sebebimiz basit, ruhumuz acıyor, vicdanımız el vermiyor. Bölgeden görüntüler gelemiyor, bölgeye uluslar arası temsilciler, gözlemciler, basın mensupları giremiyor. Bilgi akışı tamamen tek taraflı, acımasız bir kitle iletişim yönetimi var. Böylesi bir tabloda nefes almak akılda kalıcı kalp sağlığı sloganları gömlekleri bile büyük bir çaba gerekiyor.
Bir insanın hayatı boyunca unutamayacağı günler geçirdiler ve geçiriyorlar…Bazıları ise hayatını kaybetti. Umutları artık yok. Günlük politik hesaplarla, idareyle, denge politikasıyla rahatlayacaksa vicdanımız üç maymunu oynamaya devam edelim. Hiçbir denge, hiçbir yaşamdan üstün değildir. İnsan hayatı önceliklidir diyen modern dünya sussun, biz susmayalım.
Selçuklu Sultanları, Hatunları, Melikleri ve Beyleri âlimlere, din adamlarına, şair ve sanatkârlara çok büyük ilgi gösterirlerdi.
Onlar için kurdukları müesseseler ve yaptıkları ihsan ve yardımlar o kadar fazla idi ki hayrete düşürecek kadardı. Âlimler ve din adamları karşısındaki tevazuları ve saygıları çok yüksek derecede idi.
İşlemeye de devam ediyor. Kininin esiri bu zihniyet kimi zaman etnik kimlikler, kimi zaman inançlar, kimi zaman toplumsal cinsiyet üzerinden, milletimizi bölüp parçaladı. Bu amaç için yeri geldi Kabataş yalanlarını tedavüle soktu. Yeri geldi cami mihraplarında, sanatçıları dillerini kopartmakla tehdit etti.
Fethettikleri yerlere girdiklerinde ilk işleri âlimleri ve din adamlarını ziyaret eder veya kabul ederlerdi. Âlim, riyaziyeci, tabip, sanatkâr, edip ve şairlerin çoğu Selçuklu saraylarında bulunmuş, himaye görmüş, kurulan vakıf ve medreseler de yetişmelerine yardımcı olunulmuştur. Selçukluların ilmi, dini ve hayri yaptırdıkları müesseseler, İslam yüksek tansiyon portalı Türk dünyasında destan olmuştur.
Âlimlere, vaizlere, şairlere, sanatkârlara hilatlar süslü kaftan giydirilir, hediyeler verilir, görülmemiş ayin ve şenlikler yaptırırlardı. Küçük yaştan itibaren iyi bir eğitim ve terbiye almış, devlet idaresini öğrenmiştir. Devlet idaresinde bulunarak fetihlerde başarı göstermiş, isyanları bastırmıştır. Saltanatı döneminde devlet düzenini yeniden tanzim etti ve kendisine Sultan-ül Azam unvanı verildi.
Sultan Sencer din adamlarına, âlimlere, şairlere, sanatkârlara çok önem verirdi. Sarayında eksik etmezdi. Allah dostlarının yanında bulunmasından hoşlanırdı.
Onların nasihatlerine çok önem verir, can kulağıyla dinlerdi. Hata yaptığında uyarılmasını ister, kim olursa olsun kendisine yapılan şikâyeti sabırla dinler, adaleti yerine getirirdi. Daha hayatta iken yaptırdığı türbesi, devrinin medeniyeti hakkında fikir veren şaheser bir sanat eseridir. Sultan Sencer devrinin en büyük âlimi, şöhreti günümüze kadar devam eden İmam-ı Gazzali hazretleridir.
İmam-ı Gazali hazretleri H. Medeniyetimizin ve inancımızın kökü nerelere kadar uzanıyorsa oralarla ilgilenmek bizim vazifemizdir. Biz; birçok Türklerin onlara aldanıp, yok olup gittiklerini ve kulluğa maruz kaldıklarını hiç unutmadık.
- CHP'li Öztrak'tan Erdoğan'a sert tepki: 'Gözünün döndüğünü gösterdi'
- Çorlu Mühendislik Fakültesi
- - Подумайте, - предложил .
- Я полагаю, что у вашей подруги есть и фамилия.
- Дэвид! - воскликнула она, еле держась на ногах.
Gerçi onlar da Rus zulmünden ve kısmen Çin zulmünden kurtulalı şurada 25 yıl oldu. Kendilerini ancak toparlıyorlar ama yine de bu kadar sessiz kalmaları düşündürücüdür. Soykırımın ne demek olduğunu, yer kürede Müslüman ülkelerin hepsi bir şekilde yaşamıştır ve iyi bilir.
İnsanlık tarihi boyunca Müslümanlardan başka soykırıma uğramış başka milletler yoktur. Nasıl bir anlayış ve inançtır ki, soykırım yapanların yandaşları kadar, soykırıma uğrayanların yandaşları seslerini çıkaramıyorlar.
Allah ondan razı olsun. Üstelik bu soykırım dün değil, yıllardır en akıl almaz bir şekilde devam ediyor. Bunların hiç mi hatırı yok, bu mübarek âlimler hatırına da mı sesimiz, soluğumuz çıkmaz. İşte bu İslam coğrafyasının sahibi masum Doğu Türkistanlılar, Çin soykırımının altında bağımsızlık sevdasıyla yanıp tutuşmakta, İslâm âlemi de seyretmektedir.
Dünyanın, daha doğrusu İslam âleminin dürbünün tersiyle izlediği Doğu Türkistan gerçeği, samimi şekilde iman eden her mümini rahatsız etmelidir. Maalesef Müslüman âleminin önemli bir kısmı, yüz yılı aşkındır soykırım yaşayan; dinlerini, dillerini, canlarını, mallarını kaybederek hayatta kalma mücadelesi veren 40 milyon Müslümanın dramı karşısında, cılız ses çıkarmaktan öte bir şey yapamıyor.
O derecede ki, Cuma namazını mescide ızdırapla ödeyebildim. Öyle namazı ihtiyatını Zuhr-i ahır kütüphânemde, bir müddet sonra, zahmetle kılabildim. Harâret düştü. Pazar günü yeniden ateş geldi ve bir az titredim. Bililtizam her gün on beyitten daha az tertip edilmezdi.
Gâlibâ bir gün ara verildi. Geçen sene de bir defa böyle akılda kalıcı kalp sağlığı sloganları gömlekleri hastalık gelmiş ve en az bir ay veya kırk gün devam etmişti. Cumartesi günü, Rebiülevvel ayının sekizinde, risâlenin nazmı tamamlandı. Bir günde elli iki beyit yazıldı. Sonra Japonlar Masao Mori ve diğerleri. Biz hala bir araştırma istasyonu kuramadık. Diyanet Vakfı gibi kuruluşlar keseyi açmaya hazır ama bürokrasi gereken atılım, gösteremiyor. Her fırsat ve kuruluştan yararlanmak lazım.
Türk Tarih Kurumu atalar yurdunda iki hafriyatı bir süre önce desteklemeye başladı. Henüz Orta Asya arkeolojisi Türkiye'de ilmi bir branş olarak kurulmuş değil. Türkoloji bölümlerinde sınırlı dialektoloji dersleri dışında Orta Asya'ya adım atacak uzmanların yetiştirildiği söylenemez.
Zira bu günün Orta Asyasına adım atan belki Rusça ile Türkiye Türkçesi ile işini görebilir; ama bu dünyanın içine nüfuz etmesi, o hayatı kavraması mümkün değildir. Orta Asya'ya adını atan Türk dilini bilmelidir. Türkiye'de 50 yıl önceki gazeteleri okuyamayan birinin Orta Asya'da kullanılan lugatçayı intibak etmesi mümkün değildir. Kaynak ülkeye giren, dilin ve kültürümüzün kaynağıyla olan uzaklığı kapatmalıdır. Rusça ve Farsça bu dünya insanının semantik ve kavramsal yapısını anlamak için lazımdır.
Orta Asya insanının din duygularını, din anlayışını, milli-dini kimlik mekanizmalarını bugünkü Türkiye'nin İslamcı ve lâikçi yaklaşımı, kavram ve istilahat ve galatlarıyla kavramak mümkün değildir.